Hiç bilmediğim sularda yüzüyorum. Bazen kafa tutup suyun dışına çıkmak istiyorum ama hayatta kalamayacağımı biliyorum. Burada kimse kalmadı. Başlarda birkaçı vardı. Oltayı tutan kişiye aşık olan balığım ya, safım. O yüzden kimsem kalmadı. O beni her yakaladığında benden bir şey alıp beni geri bıraktı. Bazen bir parça sevgi, bazen biraz kırgınlık, bazen birileri, bazen nefret, bazen tutku, bazen hak... Ama yalnız kalsam da, kırgın olsam da hep bir sonraki yem oluşumda beni denize geri bırakmaz, belki bana bir akvaryum ya da bir yapay gölet hazırlamıştır diye umdum. Orada benimle beraber birkaç saat yüzer. Ben ona değip kaçarım. Yakınında bulunurum. Aynı suda yüzeriz! Konuşamıyoruz bile. Biliyorum zor. Ama geride bıraktığım şeylerin büyüklüğüne bakılırsa, vazgeçtiklerime, kalma sebebimin ne kadar büyük bir sevgi olduğunu şüphesiz ki anlayabilirsiniz.
Ah, içimde bir öykü!
Bir gün yine böyle tek başıma karanlık sularda yüzüyorum. Uzaklaşmışım büyüdüğüm yerden. Artık kimse de yok. Sırf o burda diye kaldığım sulardayım. Dalgın dalgın kıyıya paralel yüzüyorum ki yerini değiştirirse görebileyim. Ona beni avuçladığında anlatmaya çalıştım aslında. Çırpınıyordum. Tek yapması gereken beni büyük bir kovaya koymak ve havuza götürmekti. Ama o her defasında olduğu gibi yemine atlayan bu balığın boyu küçük diye geri atmayı tercih etti. Oksijensiz kalmak mı daha çok canımı yaktı yoksa onun tarafından ondan yine uzaklaştırılmak mı bilmiyorum. Ağladım. Balıklar ağlar mı demeyin. Biz yavaş yüzdüğümüz zaman veya kayalıklara çarpıp durduğumuz zaman aslında ağlıyoruzdur.
Aslında çok kolay iletişim kurabilirdik. Ben o kadar küçüktüm ki, çocuk gibi kanardım hemen, kinci bi yapım yoktu. Ama bazen o gidip hiç gelmiyordu. Bazen gelse de olta atmıyordu. Konuşmuyordu benimle. Umutla bakmıyordu denize. O kendi halinde birileriyle sohbet edip çay içerken ben denizde neden insan olamadığıma yakınıyordum. Belki o zaman konuşabilirdik. Kızıyorum da ona. Beni görmüyor mu diyorum. Beni tanıyor. Her defasında bana dokunuyor. Bana isim bile koydu. Ama bazen işte böyle yabancı gibi, yokmuşum gibi davranıyor. O ordayken kızıyorum ama o gidince hemen özlüyorum. Galiba burdan ayrılmam lazım. Belki orda olmadığımı gördüğünde aslında eskiden orda olduğumu idrak eder. Tek başına küçük balık. Dünler gibi yan.
Ben de öyle yaptım. Beni suya bırakırken bir gün demişti ki; "Tekrar yapma demiştim, yine geldin oltaya, sinirimle tanışmak istemezsin, o yüzden git ve yüz"
Onun yapma dediği şeyi neden yaptığımı bilmiyordu, kendi düşüncesinden başka bir şey görmediği zamanlar çoğunluktaydı, anlatamıyordum ama gittim. Uzağa değil he, sadece kıyıyı görmüyordum, açıklarda birkaç balığın arasına karışmıştım. Hepsi salaktı. Bazıları üzerimdeki kıyıdan sinen pis kokuyu alıp uzaklaşıyor, bazıları hiç istemediğim kadar samimi oluyordu, kaçıyordum. Bazen buraya vapurlardan ekmek atıyorlardı. Büyüyordum. Büyüdükçe yaşama şansım azalıyordu. Çünkü geri bırakılma ihtimalim azalıyordu. Bazen dalgınlıkla gerçek olmayan yemlere atlayabiliyordum. Tekneyle açılıyor şerefsizler. Balıklık hali. Dalgınsın. Yiyosun. Neyse. Kıyıyı göremediğim için onu da göremiyordum. Sözünü dinlediğimden değil, keyfim kaçmıştı beni anlamamasından.
Böyle olmayacaktı. Başka bir kıyıya gitmeliydim. Belki o kıyıya beni bulmaya gelir de bu düşüncelerden uzaklaşırım diyordum. Demek ki beni özlemiş gelmiş diye düşünürsem sinirimin kalmayacağını biliyordum. O yüzden birkaç günlüğüne bizim arkadaşların bahsettiği yemlenen mekanlardan birine doğru solungaç atmaya başladım. Oraya gitmekte olan bir balıkla beraber yüzmeye karar verdik ki birbirimizin arkasını kollayalım. Buralar hiç tekin değil artık. Kocaman kocaman balıklar gelip bizi yiyorlar.
Derken vardık kıyıya. Güzeldi burası. Kalabalıktı. Oltasız yemler de boldu. Ekmeğimizin peşindeyiz. Keyfim de yok hâlâ. Gören yüzüyorum sanar. Yüzüyorum ama gelin bir de bana sorun keyiften mi yoksa vakit geçsin diye mi.. Yağmur başlayınca kıyıdaki amcalar kaçıştılar. Bir iki ağır ekipman giyinmiş usta kaldı. Onlar da halimizden anlar. Lafın kısası yemezler bizi. O yüzden kıyıda takıldık yol arkadaşımla. O bir balığa sevdalıymış. Ben bahsetmedim derdimden, neme lazım deli sanar bırakır gider göt korkusundan krize girer ölürüm tek başıma. Neyse bu kız buna pas vermemiş. Sen çevik değilsin, beni eğlendiremiyorsun demiş. Oysaki çocuk onu izlemekten başka bir şey yapamıyormuş ki. Neyse bu balık milleti biraz egoist olur, bakmayın bize. Ama çocuk arada çok dalgınlaşıyor, canını zor kurtarıyorum, ben bile öyle değilim. O yüzden bir gün olan oldu. Bir gitti, geri gelmedi. Baktım peşinden, ne göreyim! O! Arkadaşımı alıp kovasına attı. Sürekli denize bakıyordu. Diğerleriyle sohbet etmeyi bırakmıştı. Üzgün gibiydi. Sanırım affediyordum. Bizde olumsuz hisler çok kalıcı olmuyor.
Tam o sırada biri daha geldi, tecrübesiz belli. Birlikte olta atmaya başladılar adamla. Yaşlı ama yeni başlamış. Neyse ben yavaş yavaş adım atmaya başladım kıyıya. Belki bu sefer istediğim olur diye. Özlediyse belki kıyamaz diye. Alır götürür. Konuşur benimle. Tam atlıyordum oltasına. Sonra bir dalga çıktı, misinalar birbirine karıştı ve ben yanlışlıkla adamın oltasına takıldım. O şaşkınlıkla tedbirli atlayamamıştım, iğne bana çok zarar verdi. Yeryüzüne çıkarıldığımda adam sevindi. Herhalde ilk balığıydım. Sonra merakla bakan aşkım kafasını geri çevirdiğinde hemen tekrar baktı. Tanıdı beni. Abi o küçük bırakmak lazım yasak zaten dedi. Adam aa öyle mi vay be e napcaz bakayım dur falan derken telaşla ellerini gövdeme koydu aşkım. Adamın elinden kurtulmuş onun temasına kavuşmuştum ama kurtulamayacağımı hissediyordum. İğneyi görünce durumu anladı. Bir an yüzündeki mutsuzluğun ardında bir gözyaşı oluştuğunu gördüm. Akmadı ama ordaydı. Son çırpınışlarım olduğunu hissediyordum. Onun beni anladığını da hissediyordum. Artık bana kızmıyordu. Üzülüyordu. Konuşmamızın geç kalmış olmasına. Elinden bir şey gelmemesine. O havuzu hazırlamamış olmasına. İnatçılığına. Bir kere insan gözüyle değil, balık gözüyle bakmadığına.
Hayata veda ederken belki yaşarım diye beni oltadan kurtarıp denize bırakışını hissettim. Keşke bırakmasaydı. Suya düşmek bana bir iki saniye daha vermişti ama son anlarım onsuz olmuştu. Son cümlem şu oldu: "Yine beni anlamadı bu salak ya"
***
Balıkların da cenneti vardır. Biz cennette okyanuslardan da büyük bir yerde yaşıyoruz. Ve burası paralel evren gibi. Aynı anda sizin yaşadığınız yerdeyiz. Ama bunu sadece biz yaşıyoruz.
Ölmemin ardından o, bir daha balık tutmaya gitmedi. Tüm malzemelerini sattığını anlatıyordu yanlışlıkla beni tutan amca birilerine.
Ben bunu duyunca bir karar verdim. "Yeni Bedende Yeni Hayat" bürosuna müracaat etmeye gittim. Görevli kadın bana sordu, "Hangi tarihte doğmak ve ne olmak istiyorsunuz?"
Cevap verdim:
"30 Eylül 1992, dişi insan."