17 Aralık 2022 Cumartesi

Susmanın gücü

 

Hani bir tenekenin üstündeki boyayı kazırsınız da altında teneke olduğu ortaya çıkar ya. Zor günlerin ardından daha iyi anlıyorsunuz ki o günlerin de faydası var. Gerçekten kanatları olmayan melek kim görüyorsunuz ya da yüzünüze masumca gülümseyenlerin görünmeyen boynuzları görünür oluyor. Ama Morningstar gibi iyi bir şeytan değil herkes 🤭


İnsanın fikri neyse zikri de odur. Olumsuz fikirleri bu kadar kolay dile getirmemeli. Çünkü söylediklerimiz neyse yaşayacaklarımızı onlar oluşturuyor.. İnanın o başka hayatları bildiğinizi sanırken aslında o kadar yabancısınız ki. Bilmezdim görünen ile görünmeyenin bu kadar farklı olabileceğini. 


Büyüklerimiz derdi ya bin düşünün bir konuşun diye. Ben bu dersten bunu öğrendim. Umarım siz de öğrenebilirsiniz. 🌸


30 Kasım 2022 Çarşamba

Wh'en'?

 Aslında değişebilir insan. Ama bazı şeyler her zaman olduğu gibi kalır. Fesleğen tohumunun filizlenip aynı şekildeki tohumu tekrar vermesi gibi. O aynı kalan şeyler iyi olmalı. Değişenler kötü. 

Bazı şeyleri kabul edebiliriz. Ama bazı şeyleri kabul ettiğimizi sansak da aslında kabul edemediğimiz için kendi düşüncelerimizin savaşında gidip geliriz sürekli. Masa tenisi gibi. Tarafsız bir top gibi...

Kabul etmek gerekli midir ona da karar veremezsin, taraf olamazsın.

Bilinmemek ve gizlenmek. Masanın bir tarafı.

Hislerin. Masanın diğer tarafı.

Öyle işte.

Beklersin. 

Sadece zaman geçer.

19 Aralık 2017 Salı

Bir damla denizde

Hiç bilmediğim sularda yüzüyorum. Bazen kafa tutup suyun dışına çıkmak istiyorum ama hayatta kalamayacağımı biliyorum. Burada kimse kalmadı. Başlarda birkaçı vardı. Oltayı tutan kişiye aşık olan balığım ya, safım. O yüzden kimsem kalmadı. O beni her yakaladığında benden bir şey alıp beni geri bıraktı. Bazen bir parça sevgi, bazen biraz kırgınlık, bazen birileri, bazen nefret, bazen tutku, bazen hak... Ama yalnız kalsam da, kırgın olsam da hep bir sonraki yem oluşumda beni denize geri bırakmaz, belki bana bir akvaryum ya da bir yapay gölet hazırlamıştır diye umdum. Orada benimle beraber birkaç saat yüzer. Ben ona değip kaçarım. Yakınında bulunurum. Aynı suda yüzeriz! Konuşamıyoruz bile. Biliyorum zor. Ama geride bıraktığım şeylerin büyüklüğüne bakılırsa, vazgeçtiklerime, kalma sebebimin ne kadar büyük bir sevgi olduğunu şüphesiz ki anlayabilirsiniz.
Ah, içimde bir öykü!

Bir gün yine böyle tek başıma karanlık sularda yüzüyorum. Uzaklaşmışım büyüdüğüm yerden. Artık kimse de yok. Sırf o burda diye kaldığım sulardayım. Dalgın dalgın kıyıya paralel yüzüyorum ki yerini değiştirirse görebileyim. Ona beni avuçladığında anlatmaya çalıştım aslında. Çırpınıyordum. Tek yapması gereken beni büyük bir kovaya koymak ve havuza götürmekti. Ama o her defasında olduğu gibi yemine atlayan bu balığın boyu küçük diye geri atmayı tercih etti. Oksijensiz kalmak mı daha çok canımı yaktı yoksa onun tarafından ondan yine uzaklaştırılmak mı bilmiyorum. Ağladım. Balıklar ağlar mı demeyin. Biz yavaş yüzdüğümüz zaman veya kayalıklara çarpıp durduğumuz zaman aslında ağlıyoruzdur.

Aslında çok kolay iletişim kurabilirdik. Ben o kadar küçüktüm ki, çocuk gibi kanardım hemen, kinci bi yapım yoktu. Ama bazen o gidip hiç gelmiyordu. Bazen gelse de olta atmıyordu. Konuşmuyordu benimle. Umutla bakmıyordu denize. O kendi halinde birileriyle sohbet edip çay içerken ben denizde neden insan olamadığıma yakınıyordum. Belki o zaman konuşabilirdik. Kızıyorum da ona. Beni görmüyor mu diyorum. Beni tanıyor. Her defasında bana dokunuyor. Bana isim bile koydu. Ama bazen işte böyle yabancı gibi, yokmuşum gibi davranıyor. O ordayken kızıyorum ama o gidince hemen özlüyorum. Galiba burdan ayrılmam lazım. Belki orda olmadığımı gördüğünde aslında eskiden orda olduğumu idrak eder. Tek başına küçük balık. Dünler gibi yan.

Ben de öyle yaptım. Beni suya bırakırken bir gün demişti ki; "Tekrar yapma demiştim, yine geldin oltaya, sinirimle tanışmak istemezsin, o yüzden git ve yüz"
Onun yapma dediği şeyi neden yaptığımı bilmiyordu, kendi düşüncesinden başka bir şey görmediği zamanlar çoğunluktaydı, anlatamıyordum ama gittim. Uzağa değil he, sadece kıyıyı görmüyordum, açıklarda birkaç balığın arasına karışmıştım. Hepsi salaktı. Bazıları üzerimdeki kıyıdan sinen pis kokuyu alıp uzaklaşıyor, bazıları hiç istemediğim kadar samimi oluyordu, kaçıyordum. Bazen buraya vapurlardan ekmek atıyorlardı. Büyüyordum. Büyüdükçe yaşama şansım azalıyordu. Çünkü geri bırakılma ihtimalim azalıyordu. Bazen dalgınlıkla gerçek olmayan yemlere atlayabiliyordum. Tekneyle açılıyor şerefsizler. Balıklık hali. Dalgınsın. Yiyosun. Neyse. Kıyıyı göremediğim için onu da göremiyordum. Sözünü dinlediğimden değil, keyfim kaçmıştı beni anlamamasından.

Böyle olmayacaktı. Başka bir kıyıya gitmeliydim. Belki o kıyıya beni bulmaya gelir de bu düşüncelerden uzaklaşırım diyordum. Demek ki beni özlemiş gelmiş diye düşünürsem sinirimin kalmayacağını biliyordum. O yüzden birkaç günlüğüne bizim arkadaşların bahsettiği yemlenen mekanlardan birine doğru solungaç atmaya başladım. Oraya gitmekte olan bir balıkla beraber yüzmeye karar verdik ki birbirimizin arkasını kollayalım. Buralar hiç tekin değil artık. Kocaman kocaman balıklar gelip bizi yiyorlar.

Derken vardık kıyıya. Güzeldi burası. Kalabalıktı. Oltasız yemler de boldu. Ekmeğimizin peşindeyiz. Keyfim de yok hâlâ. Gören yüzüyorum sanar. Yüzüyorum ama gelin bir de bana sorun keyiften mi yoksa vakit geçsin diye mi.. Yağmur başlayınca kıyıdaki amcalar kaçıştılar. Bir iki ağır ekipman giyinmiş usta kaldı. Onlar da halimizden anlar. Lafın kısası yemezler bizi. O yüzden kıyıda takıldık  yol arkadaşımla. O bir balığa sevdalıymış. Ben bahsetmedim derdimden, neme lazım deli sanar bırakır gider göt korkusundan krize girer ölürüm tek başıma. Neyse bu kız buna pas vermemiş. Sen çevik değilsin, beni eğlendiremiyorsun demiş. Oysaki çocuk onu izlemekten başka bir şey yapamıyormuş ki. Neyse bu balık milleti biraz egoist olur, bakmayın bize. Ama çocuk arada çok dalgınlaşıyor, canını zor kurtarıyorum, ben bile öyle değilim. O yüzden bir gün olan oldu. Bir gitti, geri gelmedi. Baktım peşinden, ne göreyim! O! Arkadaşımı alıp kovasına attı. Sürekli denize bakıyordu. Diğerleriyle sohbet etmeyi bırakmıştı. Üzgün gibiydi. Sanırım affediyordum. Bizde olumsuz hisler çok kalıcı olmuyor.

Tam o sırada biri daha geldi, tecrübesiz belli. Birlikte olta atmaya başladılar adamla. Yaşlı ama yeni başlamış. Neyse ben yavaş yavaş adım atmaya başladım kıyıya. Belki bu sefer istediğim olur diye. Özlediyse belki kıyamaz diye. Alır götürür. Konuşur benimle. Tam atlıyordum oltasına. Sonra bir dalga çıktı, misinalar birbirine karıştı ve ben yanlışlıkla adamın oltasına takıldım. O şaşkınlıkla tedbirli atlayamamıştım, iğne bana çok zarar verdi. Yeryüzüne çıkarıldığımda adam sevindi. Herhalde ilk balığıydım. Sonra merakla bakan aşkım kafasını geri çevirdiğinde hemen tekrar baktı. Tanıdı beni. Abi o küçük bırakmak lazım yasak zaten dedi. Adam aa öyle mi vay be e napcaz bakayım dur falan derken telaşla ellerini gövdeme koydu aşkım. Adamın elinden kurtulmuş onun temasına kavuşmuştum ama kurtulamayacağımı hissediyordum. İğneyi görünce durumu anladı. Bir an yüzündeki mutsuzluğun ardında bir gözyaşı oluştuğunu gördüm. Akmadı ama ordaydı. Son çırpınışlarım olduğunu hissediyordum. Onun beni anladığını da hissediyordum. Artık bana kızmıyordu. Üzülüyordu. Konuşmamızın geç kalmış olmasına. Elinden bir şey gelmemesine. O havuzu hazırlamamış olmasına. İnatçılığına. Bir kere insan gözüyle değil, balık gözüyle bakmadığına.

Hayata veda ederken belki yaşarım diye beni oltadan kurtarıp denize bırakışını hissettim. Keşke bırakmasaydı. Suya düşmek bana bir iki saniye daha vermişti ama son anlarım onsuz olmuştu. Son cümlem şu oldu: "Yine beni anlamadı bu salak ya"

***

Balıkların da cenneti vardır. Biz cennette okyanuslardan da büyük bir yerde yaşıyoruz. Ve burası paralel evren gibi. Aynı anda sizin yaşadığınız yerdeyiz. Ama bunu sadece biz yaşıyoruz.
Ölmemin ardından o, bir daha balık tutmaya gitmedi. Tüm malzemelerini sattığını anlatıyordu yanlışlıkla beni tutan amca birilerine.

Ben bunu duyunca bir karar verdim. "Yeni Bedende Yeni Hayat" bürosuna müracaat etmeye gittim. Görevli kadın bana sordu, "Hangi tarihte doğmak ve ne olmak istiyorsunuz?"

Cevap verdim:
"30 Eylül 1992, dişi insan."

2 Ocak 2017 Pazartesi

bir şiir denemesi

Hani eline bi kıymık batar da
Her seferinde çocukça
Safça ve ümitle dokunursun ama
Yine de batar ya
Bazı küçük şeyler vardır
Candaki kıymıklar
Kulaklarınız ıslanır
Kimse duymaz

Böylece o elinizde kalır
Kıymık
Ve hiçbir cımbız çıkartamaz onu
Hayatınızdan
Kıymıştır canına
Umudunuzun
Acı bir tat alır
Hoşlanmaya başlarsınız zamanla
O verdiği batma hissinden hınzırın
O geçmeyen
Dokunduğunuzda orada olacağını bildiğiniz

Ve bir gün alıştıkça varlığına
Bakmazsınız
Dokunmazsınız
Unutursunuz
Ve sonra bir gün tesadüfen dokununca oraya
Tuhaf bir özlem duyarsınız köftehora
Dersiniz ki
Aa, buradaki kıymık batmıyor artık



4 Aralık 2016 Pazar

Moonpie

Kalorifere yüzünü dönerek bataniyesini kollarından omuzlarına kadar örterken kızın gözünden akan yaş yastığa konmuştu. Battaniyesinin üzerindeki polar örtü kaymasa dramatik o an daha yıkıcı olabilirdi bi film sahnesinde ama hay şansıma tüküreyim dercesine dram-komediye dönüşmüştü bi anda. O anda beyninde o kadar çok düşünce vardı ki bunları silip uyuyabilmek için en güçlüsüne tutundu. O da, eğer yapabilse O'nun aynı anda iki yerde birden olabileceğini istediğini bilmekti. Aslında şu an belki de bunu düşünmüyordu O ama düşünüyor olsaydı isteyeceğine emindi. (Bu kız biraz karışık düşünüyor kusura bakmayın.) Zeki birinin olmak kolay iş değil.
İki yerde aynı anda olabilseydi ne olacaktı? Siyah takımı beyaz gömleği ve elinde çoktan çıkardığı kravatıyla gelip arkasından ona sarılıp mışıl mışıl uyumasını sağlayacaktı zamanı ikiye ayırmış olanı. Evet, uyuyabilmek için harika bir düşünce seçmişti. Isındı kaloriferin başaramadığını başaran düşünceyle ve yumdu gözünü.

***

Gelecekte bir günde...
Daha birkaç ay önce kesilmiş saçlarıyla eski hali olamazdı adam. O yüzden de öncelikle eski halini ziyaret edip durumu açıklamalı ve ondan rica etmeliydi. Rica eden kendisi olduğuna göre kendisi bunu kabul edecekti. Ancak paradoks istemeyiz değil mi? O zaman bari bi yazıyla halledeyim işimi dedi. Of! Nasıl inandırabilirdi ki şimdi! İlk iş geçmişe gitmeliydi.

Yazıyı okuyan eski hali bi an delirdiğini sandı. Bunu yeni kısa saçlı hali de sandı çünkü çoktan olup bitmişti artık. Yazıda durumu uzunca açıklayan bir hikaye ve sonunda da onu harekete geçirecek bir cümle vardı: "Zaman tekrar yazılabilir."

Böylece uzun saçlı henüz yeni kravatını çıkarmış haliyle yazıyı buruşturup cebine koyuşunu, kararlı adımlarla ilerleyip yapması gerekenleri yapışını, o kokuyu alıp sarıldığı anı ve tüm gece onunla uyumak için kapıyı kitleyip sabah olunca da camdan merdivenle inişini ve zamanda geriye gidip kravatı ilk çıkardığı ana dönüşünü gelecekteki kısa saçlı haliyle koltuğunda oturmuş karşısındaki güzelliğe bakarken hissetti. Hepsi aslında olmuştu ve o anda oluyordu.

Böylece küçük kalpli kız gerçek sarılmayla beraber aslında düşüncesini hiç düşünememiş ve yazıyı da yazamamış oldu.

Ve sordu kısa saçlı aşkına:
"Yine neye gülüyosun piiskopaaat?"

Bunu da bilemeyecekti.

Devam edecek :)

31 Ekim 2016 Pazartesi

I still feel the pain

"Ne okuyorsun?"
"Harry Potter" dedim kitabın kapağını gösterip.
"Aa, İngilizcesini oku, çok faydası olur."
"O kadar okuyabileceğimi düşünmüyorum." dedim mahcup.
"Yok, basit, okursun." dedi.

İncelikleri olan ve durgun olduğunu anladığı birini konuştururken, bunu yaparken karşısındakinin kendini kötü hissetmemesini başaran biriydi. Ne de olsa erkek annesiydi. Erkek anneleri her zaman daha temkinli yaklaşmıştır. En azından kendi gördüğüm örneklerle varıyorum bu sonuca.

Acı gereklidir demiştim bir zamanlar. Evet gerekiyorsa yaşayacağım. O yüzden hala hissediyorum. Uyandığım rüyadan sonra bunun rüya olduğuna üzülecek ve kalbim sıkışacak kadar bir acı... Ama aynı rüyadan başka bir gün uyandığımda gülümseyeceğim günler gelecek. O zaman "i awake so alone" demeyeceğim gün olacak.

Acılarım özgürlüğümü eline geçiriyor ama özgürlüğünü geri kazanacağını bilen ve sayılı saatleri kalmış bir mahkum gibiyim. Güçlü kalmaya çabalıyorum ki tekrar girmeyeyim oraya. İnsan ne yaşadığını tam anlatamaz, bu yüzden konuşmak aslında imkansızdır diyen bir kitap okumuştum. Bir kelimeye kafamızda hepimiz farklı anlamlar verirken, hepimizin hayal gücü ve bilinçaltı farklıyken elbette aynı algılayamayacaktık hiçbir şeyi. Konuşmak aslında inkansızdı ama işte bu yüzden konuşmak gerekliydi. Böyle bitiyordu kitap.

Kitapta eksik sayfalara denk gelince değiştirmek istedim, yokmuş, gelince arayacaklarmış beni. Derdimi dünyanın en önemli meselesiymiş gibi dinleyen kasiyer öyle dedi, inanıyorum.

Biraz uyudum ve geçti sayılır baş ağrım ama şimdi uyandım, o kadar yalnız uyandım ki uyuyamıyorum. Ama sorulursa cevap açık: Erken yattığım için.

Dakikalar daha çabuk geçebilirse sevinirim zaman mühendisleri. Alice'in tanıştığı Zaman olan beyfendi bi bakabilir misiniz buraya? Canım çok yanıyor ve yapabileceğim hiçbir şey yok. Ruhunuzun bir parçası olmasaydı ne hissederdiniz? Lütfen tamamlayın beni.

"Yapamayız, zamanı sizin için hızlandıramayız." dedi bir görevli gökyüzünden.
Anlıyordum onu, işinin gereğini yapıyordu. Dengeyi bozamazdı. Hele benim için, ne önemim vardı ki Doctor'u yaratanların yanında. "Anlıyorum," dedim "ben uyumayı deneyeyim öyleyse."
"İyi geceler." dedi görevli gökyüzündeki yarık kapanıp o da içinde kaybolurken.

Ümitsiz ve üzgündü biraz görevli kadın. "Keşke yapabilsem" der gibiydi. "Keşke yapabilseydin"

26 Ekim 2016 Çarşamba

Şahlanıp Koşmak İçimde Var



Çok küçük şeyler çıkıyordu önüme. Onlara tekme attığımda canımı yakmayacak kadar küçük çakıl taşlarıydı bunlar. Kim yenmiş kaderi duayla diyerek çözüme ulaşmak için beklemenin fayda etmemesinin ayrımıyla basıyordum tekmeleri onlara. Geriye doğru gönderiyordum hepsini karşıma çıktıkça. Geride biriken ve büyüyen o yığına bakmamaya çalışıyordum. Önüme bakıp yürüyordum ve yine yine...

Derken birden bir deprem oldu. Küçük bir yığın üstüme devrildi. O büyük sarsıntıyı atlatmak çok uzun sürdü. Bu süre içinde mayın tarlasında dolaşıp durmuşum. Her bastığım yer küçük de olsa hem beni yaraladı bu yüzden, hem de çukur açtı orada. Derken o sarsıntıyı hiçe sayacak bir deprem oldu. Artık yürüdüğüm zemin ayağımın altından arkama doğru gidiyordu. İşte o zaman fark ettim ki ben bir yolda değil bir kutudayım. Bütün o geri tekmelediğim küçük taşlar, kutu yer değiştirince üzerime devrildi. Böylece o taşlar zaten orada olsalar bile kendi yarattığım yığınla ezilmiştim. Yoksa o taşların küçük sarsıntısından bile sağ çıkmıştım ama akıllanamıştım. Onları geri göndermeye devam ederek en büyük hasarı verdim. Bakmadan yola devam edip kenarından dolaşmadım.


Şimdi en ufak bir taşta da büyük bir kayada da etrafından dolanmanın ne demek olduğunu biliyorum. Daha önce yığın altında kaldığım için biraz sendeliyorum. Morarıklıklarım var canımdaki kırık parçalarla birlikte. Ama o taşların yanından geçtiğinde yaşamaya devam edebiliyorsun. Sadece canın yanıyor biraz, can kırıklıkların artıyor ama üzerine devrilecek koca bir yığın olmadığını biliyorsun. Zaten insan unutkandır çoğu şeyde. Çok derine inmedikçe hatırlamazsın.

Yine de kendime de dediğim şeyi söylemek istediğim o kadar kişi var ki, yanaklarını iki yandan tutup gözlerine bakarak telepati yoluyla anlatmak.